Dönemin cool çocuğu; oldukça asi ziyadesiyle aşık…
Biz onu 90’ların başında hayatını kaybettiğinden bugüne dek, magazinsel yönü ve bu özellikleri ile tanıyoruz. Fakat kökü 1900’lere dayanan bir aileye sahip… Paris’te 3 üniversite bitirip; ülkemize önemli katkıları bulunan, İstanbul Nazım Planı Daire Başkanı olan ve aynı zamandaİstanbul’un önemli semtlerinden; Bağdat Caddesi, Valikonağı Caddesi ve Beyoğlu’nun nazım planını hazırlayıp tasarımını gerçekleştiren dedesi AronAngel’ın da kıymetli torunu Uzay…
Aron Bey’in güzeller güzeli kızı Eti, henüz 18 yaşında tanışmış müzisyen olan sevgilisi Yayla ile… Tam bir Nişantaşı kızı olan Eti’nin oldukça iddialı ve sek bir güzelliği varmış… 1967 yılında Elmadağ PussyCat adlı bir klüpteaşık olmuş Uzay’ın babasına… Kısa bir flörtün ardından ikili evlenmiş ve çok geçmeden de küçük prensgelmiş dünyaya…
Uzay…
1969’un 24 Temmuzunda dünyaya geldi. İnsanoğlununkendini ayda kanıtladığı gündü bu ve inanılmaz günün anısına Uzay dediler ona… O dönem için konuşacak olursak, biraz değişikti elbette bu isim. Ama annesinin isminin Eti, babasının isminin Yayla ve halasının isminin Ova oluşu zaten bir tek kendisinin sıra dışı olmadığını gösteriyordu. Kendini bildiği ilk dönemlerde bu değişik ismi yadırgasa da bu sebeplerden alışması da fazla zor olmadı onun için…
Haşarıydı Uzay… Yürümeyen, koşan bir çocuktu mesela… Ve çok da konuşan bir çocuktu.
Çocukluğu ve gençliği Nişantaşı’nda geçti. Köklü ve varlıklı bir ailenin tek çocuğu, ‘bir evin bir oğlu’ydu. Buna rağmen hiçbir zaman şımarıklık huyu olmadı. Evet, asiydi, hırçın ve delidoluydu. Hatta kendini hayata karşı sorumsuz biri olarak tanımladığı da olmuştu gençlik zamanlarında. Belki de en büyük sorumluluğunun müzik olduğunu en iyi kendisi biliyordu.
İlkokula Nişantaşı’ndaki Nilüfer Hatun İlkokulu’na gitti.Müzikle içli dışlı bir çocukluğu vardı. Halasının bu konuda Uzay’ın üzerindeki gözlem ve etkisi de önemli bir detaydı.
Uzay’ın halası Ova Hanım, o dönem İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın müdürlüğü görevini yapmaktaydı. Müziğe karşı olan yeteneğini, ondaki ritim hissini de ilk fark edenler arasındaydı. Bir söyleşisinde ise konuyla alakalı; “Tek sorun onu piyanonun önüne sabitleyebilmektir.” Demiş kendisi... Aile bu yeteneği göz ardı etmedi ve küçük prens nihayet notalarla tanıştı…Uzay’ı durduran tek şey ise notalar olmuştu.
İlköğreniminin ardından liseyi Karaköy’deki Saint Benoit’te okuyan efendi serseri Uzay, çok severmiş o tarafların dar, tarihi sokaklarını. Yaşıtı arkadaşı olmayan bu deli dolu çocuk; kendinden büyüklerle sigara içer, sanayide klasik arabaların parçalarını toplardı. Değişik bir dünyası olduğu gerçeği çok fazla değil mi?Öyle ki Uzay, 13 yaşında henüz kendine bile çılgın ve fazlayken; onun geniş dünyasının dar sokaklarında yaşayan bir şarapçı arkadaşı; “Hayatı kurcalama. Hayat puşt. Zamanı geldiğinde öğretir sana da!” demiş asi delikanlıya… Gündüzleri hayat dersi aldığı bu çakırkeyif öğretmen, kocaman bir dünyadır Uzay’ın kafasındaki Uzay’a… Tabi Turgut Uyar’lar, Ece Ayhan’lar okuyan Uzay için bu lafı hazmetmesi de sindirmesi de çok zor olmamış o dönemler…İlk aforizmasını o sokaklardaki şarapçı arkadaşından öğrendiğini söyleyen Uzay içinse Minik Serçe yıllar sonra;“Aklımızın ermediği kısımlarına, yaşı çok genç olduğu için klişe bir lisanla ‘çılgın’ dediğimiz, hem centilmen hem zır deli ve daha kimbilir ne çok şeydi Uzay”demiştir.
Liseyi bitirdikten sonra ise, İTÜ Devlet Konservatuarı’nın Piyano Bölümü’nden de başarıyla mezun oldu.Bu mezuniyetinin ardındansa, profesyonel anlamda kariyeri ile ilgili ilk adımı, Levent Yüksel’li ve Sertap Erenerli bir gruba klavyeci olarak başvurmasıdır… Bir haftalık bir deneme sürecine girmişler fakat klasik çalan genç adam, elektroya öyle yabancıymış kiyapamamış ve çok kısa sürede yollarını ayırmış genç müzisyenler. Evet söylediğimiz gibi; o dönem müzikal anlamda yollar ayrılmış fakat sonraki yıllardaki müthiş dostluklarının ve o efsanevi 90’lar parçalarının temelleri de aslında yine o aynı dönemde atılmış…
Uzay, tüm bu bahsettiklerimizin ardından, Beyoğlu’ndaki Vakko’da akşamüstleri piyano çalmaya başlamış. Tabii çapkın gülüşlü ve haşarı delikanlı piyanisti ilk keşfeden müzisyen, Vedat Sakman olmuş.. 1988 yılında henüz 19’undaki Uzay’ın yolu; Vedat Sakman, Mehmet Teoman ve Zuhal Olcay ile kesiştikten sonra, profesyonel müzik hayatındaki ilk işleri, Zuhal Olcay’ın ‘Küçük Bir Öykü’ ve Akrep Nalan’ın ‘Dağ Çiçeği’ albümleri olmuş. Kendini usta müzisyenlere sevdiren bu genç ve haşarı yetenek, Mehmet Teoman ile de eğlencesine bir albüm hazırlamış o dönem.
Fakat ‘Ter İçinde’ adlı bu albüm ahlaka uygun bulunmamış, Kültür Bakanlığı’ndan vize alamamış ve dinleyicisiyle de buluşamamış.
Aynı ekip o yıların en meşhur gece kulübü olan “Memo’s’ta da sahne almışlar. O geceler artık; Uzay’ın, müzik otoriteleri karşısında yeteneklerini sergilediği geceler olmuş.
Öyle ki; o dönem, İstanbul Gelişim Orkestrası’na bir klavyeci gerek duyulmuş veGaroMafyan’ın aklına ilk Memo’s’ta dinlediği ve fazlasıyla beğendiği yakışıklı müzisyen gelmiş. Ve Uzay’ın İstanbul Gelişim günleri de başlamış. Zamanla GaroMafyan’la abi-kardeş kadar yakın olan Uzay, neredeyse Garo Bey’in evinden çıkmazmış. Çünkü klasik arabalar ve müzik… Uzay için bir ağabeyde olması gerekenlerin hepsi Garo Ağabeyinin evindeymiş.
Sezen’le
Müziğin yakışıklı, muzip çocuğunun Sezen Aksu ile tanışmasında ise aslında Sezen açısından trajikomik bir hikayesi varmış. Minik Serçe şöyle anlatmış birgün Uzay’ın hayatına girişini, neden kalamadığını ve aslında hiç çıkmadığını; “Onno, Uğur Yücel hep birlikte bir şov yapıyorduk. Onno’yla ilişkimizin artık ‘tabanca’ noktasına geldiği dönem. Canım, Onno çok kibardır. Ama artık canını bezdirmiş olmalıyım ki, birlikte çalışmayı durdurduk. Bu arada Oba’da Uğur Yücel ile şov yapmamız gerek. Canhıraş sordum Orhan Topçuoğlu’naNapacağız, Onno yok!” ‘Seni Uzay Heparı ile tanıştırayım’ dedi. Hani hemen kaynaşma anları vardır. O insanlar gelir konar yüreğinize. İşte öyle oldu. Anında başladık birlikte çalışmaya.Uzay, sürüden olmayacağını daha doğarken belli eden ileri ruh, olağanüstü bir zekâ… İfratla tefritin harika uyumu… Kendi içinde büyük denge… Uzaktan bakıldığında biraz Sidarta gibi ama aslında kendi öğreti sistematiğinin kralı. Aklımızın ermediği kısımlarına, yaşı daha çok genç olduğu için klişe bir lisanla ‘çılgın’ dediğimiz, hem centilmen hem zır deli ve daha kim bilir ne çok şeydi? Kanımdan, canımdan ne çok duygu… Üstelik tüm bunlar henüz 22 yaşında bir insanda toplanmış. Etkilenmemek ne mümkün? Biz Uzay’la ilişkiye benzemeyen ama olabilecek gibi duran, netleşemeyen bir şeydik. Böyle karma karışık duygularla geçen bir dönemden sonra, konuştum onunla. Dedim ki ‘Çıkma benim hayatımdan. Ben senin hayatında hep olayım. Ama beni bir kadın olarak düşünme. Çünkü olan halimizle bir yere varamayız. Hatta daha güzel olur böylesi, kavuşamamak iyidir’.”
“Abi, Yıldız’ı BrookeShields sandım.”
Uzayla Sezenin ayrılığından sonra yaşanan ‘Yıldız Depremi’ ise, iki ustanın arasında tam 25 yıl sürecek bir dargınlığa neden oldu biliyorsunuz. Olayı Yıldız Tilbe yıllar sonra; "Sezen Aksu ile benim bir alıp veremediğim olmaz. Kendisi benim büyüğümdür. Yanında çalışmışımdır, ekmeğini yemişimdir. Hâlâ da bir yerlerde karşılaştığımız zaman hiçbir şey olmamış gibi konuşacağız. Uzay Hepari ile birlikteydi. Ayrıldığı dönem Uzay onu çok arıyordu, ben o evde kalıyordum, sıkıyordu onu. Ben de Uzay'ı onun üstünden alayım dedim.
Bir gece sarhoştum onunla birlikte oldum. Ertesi gün pişman oldum. Gidip söyledim Sezen Aksu'ya 'Senin ayrıldığın kişiyle beraber oldum' diye. Taşıyamıyorum çünkü. O da 'O zaman güle güle' dedi bana ben de ayrıldım. Daha sonra yine bir araya geldik. Söz ve müziği kendisine ait olan bir şarkı verdi bana. Bir de beste verdi, besteye ben söz yazdım Uzay da düzenliyordu.
O hafta rahmetli oldu. Uzay ölmeseydi benim albümümde Sezen Aksu ve Uzay imzası olacaktı. Bu sorulara hiç muhatap olmayacaktım ben."
O dönem konu bir şekilde neticelense de Uzay’ın yakın çevresine; “Abi, Yıldız’ı BrookeShields sandım.”demesiden kendisinin nasıl haşarı bir çapkın olduğunu anlıyoruz.
Hızlı Çocuğun Asi Tutkusu
Bir röportajında kendisini; ”Ukalalık ya da megalomani olarak algılanmasın. Ama bazı insanların yolculukları diğerlerinden uzun oluyor. Ben, yaşıtlarımdan erken geliştim, farklı bir hayat yaşıyorum. Benim kıstaslarım onlarınkinden her zaman farklı oldu… Genellikle beraber olduğum kadınlar benden büyüktü. Normal yaşamda ayakları çok yere basan bir adamken, bir yanım çok maceracı… Her günü sürprizle bekliyorum. ‘Yarın ne yaşayacağım acaba?’ diye hiç program yapmam örneğin… Bir de geceleri yaşamaktan hoşlanıyorum. Gece olduğu anda enerji toplamaya başlıyorum. Bu çocukluğumdan beri böyle, erken yatamıyorum. Genel bir sorumsuzluğum var hayata karşı… Tek sorumluluğum, piyano ve müzik. Ne yapacağını bilmemek özgürlüğümü yaşatıyor bana ve bu durum çok hoşuma gidiyor. Yaşlılığımı düşünüyorum, ben yaşlandığım zaman bu heyecanları yine taşıyacağım mı diyorum… Atilla İlhan'ın bir lafı var ya; ‘Aslında idam mahkumlarıdır yaşlılar…’ diye. Bu yüzden her şeyi yaşamak istiyorum. Hızlı yaşamaktan ben de zaman zaman korkuyorum. Ama ilerisini şimdiden göremem, yani hızlı yaşayıp bütün yaşanacak şeyleri tüketmekten korkuyorum. Bazı keyifleri, belirli yerlere bölmeye çalışıyorum ama yaşanacak çok şey de var hayata karşı büyük bir enerjiğim var.” şeklinde ifade ediyor. Motoruna atlayıp, feneri dilediği yerde söndürmeyi de sever genç bir adam haliyle... Belki de yorulmuş olacak ki, yine bir gece gezmesinde dönemin ünlü mekanı Şamdan’da Zeynep Tunuslu ile tanıştıktan çok kısa bir süre sonra evlenmek istiyor… Tanışma hikayelerine gelecek olursak da; Zeynep Tunuslu’nun sokak çocukları için para topladığını gören yakışıklı, bütün parasını o güzel kadına verir. Hatta aralarında yol parası esprisinin de geçtiği söylenir. İkili o gece Şamdan’dan birlikte çıkar fakat herkes kendi evine gider…
Elbette çok genç ve fazla karizmatik…
“Vaktim yok, hemen evlenelim.”
O geceden tam bir hafta sonra ise Fatma Girik’in kıydığı nikahla evlenen çift, 1 ay sonra Taksim Belediye Gazinosu’nda düğün yapar. Çok eski bir arkadaşının eskiden,payvonda çalışırken giydiği parlak takım elbisesini damatlık yapan Çılgın Uzay; damatlığını da yumurta topuk bir ayakkabı ile tamamlar… Tam bir salon düğünü isteyen çift bu isteklerini gerçekleştirir.
İkisi tam da hayallerindeki gibi çılgınca ve aşkla evlenirler. Evlendikten tam 5 ay sonra Zeynep hamile kalmıştır ve çiftin bir de çocukları olacaktır artık…
20 Mayıs 1994
O gece, işini gücünü bitiren Uzay, iki tek atıp evinin yolunu tutmak niyetinde aslında… Mesafe yakın… Ve tutmuyor motorunu alırken sevenlerine verdiği“kasksız ve eldivensiz kullanmayacağım”sözünü… Ne acı bir tesadüftür ki; tam o sıralardasevgili Demet Akbağ’ın aracıEtiler’deki Koç Köprüsü üzerinde arızalanıyor ve duruyor. Akbağ’ın duran aracına ise motosikletiyle çarpan Uzay, feci şekilde yaralanıyor… Kazadan sonra vermiş olduğu bir röportajında olaydan şu şekilde bahsediyor sevgili Demet Akbağ; “ işten çıkmış evime dönüyordum. Koç Köprüsü’nün üzerine geldiğimde arabamdan anlayamadığım şekilde değişik sesler gelmeye başladı ve rampa kısmından aşağı inmeden, araba köprünün düzlük kısmında durdu. Henüz aşağı dahi inmeme fırsat olmadan, ne olduğunu anlamadan arkadan inanılmaz bir gürültü duydum ve hemen arabadan aşağı indim. Etraftan geçen bir arabadaki bir grup genç arkadaş yardımcı oldu bir taksi buldular ve hemen yaralı kişiyi taksiye koyduğumuz gibi hastaneye götürdük. Takside anladım Uzay olduğunu... İnanılmaz bir şok, tarifi olmayan bir acı…”
Elim olayın ardından 11 gün komada kalan o mucize adam 1994 yılının 31 Mayıs günü hayatını kaybediyor ve güzel Zeynep Uzay’ın vefatının ardından 7 ay sonra bebeğini dünyaya getiriyor.Bugün 26 yaşında kocaman bir adam olan Kanat ise her fırsatta babasıyla gurur duyduğunu ve babasının oğlu olduğu için çok mutlu olduğunu söylüyor.Uzay Kanat Hepari babası gibi müzisyen, oyuncu ve model. En önemli detayı ise tıpkı babası oluşu;Kanat’ın Uzay’a olan inanılmaz ve muhteşem benzerliği…
Kendisine uzun, sağlıklı ve başarılı bir ömür diliyoruz…
Ardından
Bugün hala arkamıza baktığımızda, müzik listelerini altüst ettiğimizde 90’lar fırtınası yüreğimizi alaşağı eder ya da coşturur… İşte o parçaların hemen hemen hepsinde Uzay’ın parmakları var biliyor musunuz? Aşkın Nur Yengi’nin Serserim Benim’i, Levent Yüksel’in Med-Cezir’i, Yeter ki Onursuz Olmasın Aşk’ı, Kadınım’ı Nükhet Duru’nun Sürgünü, Demet Sağıroğlu’nun Kınalı Bebek’i, Sezen Aksu’nun Masum Değiliz’i, Küçüğüm’ü… Ve tabii daha sayamadığımız nice nice nicesi…. Derin bir yasa girdi müzik dünyası O’nun ardından ve bu yas lafta kalmayıp notalara döküldü… Sezen yazdı ardından; “Yarıda kaldı şarkılar…”diyeYas’ı. Ama söyleyemedi, hatta “Mümkün değil.” Dedi ve bu ağıtı Levent Yüksel seslendirdi…
Ve Yıldız Yıldız Tilbe… O’nun ardından O da öyle bir dağıldı ki; “Gittin Neredesin?” isimli bir şarkı yaptı, sözlerindeki “Girdi toprağa öbür yarım…” dizesi ve o efsanevi sesiyle bu şarkıyı tam bir ağıda dönüştürdü…
25 yıllık ömrüne onlarca şey sığdırdı Uzay Hepari…
Yetenekleri sayesinde sayısız müzikal başarı, yakışıklılığı ve muzipliği sayesindeyse sayısız kırık kalp bıraktı belki de kim bilir… Ama bir gerçek var ki; acısı, bugün hala bilenlerinin yüreğini titretir.
Sevgi ve Rahmetle…
Bu haber SNOB MAGAZİN tarafından hazırlanmış olup Editörler tarafından hazırlanarak servis edilmiştir. Bütün haberler sitemizde hazırlandığı şekli ile servis edilmektedir. Bu nedenle haberin farklı kanyaklarda değiştirilerek yayınlanması SNOB MAGAZİN sorumluluğunda değildir. Kaynak göstermeden haber ve görsel alınması yasaktır.
-
0
SEVDİM
-
0
ÜZÜLDÜM
-
0
KIZDIM
-
0
ŞAŞIRDIM
-
0
BEĞENDİM
-
0
BEĞENMEDİM
-
0
GÜLDÜM
-
0
ALKIŞ
Yorumlar (0)